tamı tamına 2013 yılındayız ve hala pazartesi sendromu diye bir şey var.
hala sabah pat diye açılamayan uyku var.
hazırlanması gereken sorular, tutulması gereken nöbetler, yetiştirilecek konular, okunacak yazılılar var.
yıl olmuş 2013.
şu çocuklar hala genç.
capcanlı.
oysa kaç yıl önce umutlarını asacaklarına gül fidanlarına, bu üç fidanı asıvermişlerdi işte.
biliyoruz öldüklerini de, unutulmayacaklarını kestirememiş olmalı onları ortadan kaldırmaya çalışanlar.
yıl olmuş 2013 , bu ülkede her gün bir acının anısını hatırlamamız gerekebiliyor.
anmalar cenneti bu ülke.
kutlamalarında da zaten kesin kavga çıkıyor.
yıl olmuş 2013, ben hala bu ülkedeyim, gidemedim bir yere.
bir gün .
ben gitmek istemiyorum, onlar gitsin…
ben gideyim, onlar da gitsin benim gitmediği yere, sonra ben sana gelirim Zelda. şu an bu çözüm geldi aklıma.
sonra ben senin gittiğin yere gelirim; bilirsin kaçmak iyidir. gideriz geliriz, şahane olur. onların da “kendi cehennemlerinin” dibine kadar yolları var…
İşte bulduk nefis bir çözüm bence, onların gitmeyeceği herhangi bir yere gider, kaçıp da gelen herkesi seve seve ağırlarım Zelda .
aynı hisler içindeyim…ben burada yaşamak/yaşlanmak istemiyorum…
bu üç fidan ise…anlatılası değil…hep anardım, hep yüreğime bir şeyler otururdu da oğlum olduğundan beri annelerini düşünüyorum. o gece gül ağacına oğullarının kurtuluş dileklerini asmış olabilirler. o yuzden herhalde her hıdrellez benim için utanılası bir güne dönüşüyor. bu ülkede yaşamak zaten, yapmadıklarımız ama tanık olduklarımız için her gün her gün utanmak demek sanki…
gidelim buralardan dedikçe hakan’a kafama kaktığı tek konu bu, bir zamanlar bir yurtdışı olanağı doğmuştu ve ben gençtim ve ben korktum ve ben yapamam dedim, ah kafam ah Şulem, ah kafam ah! biz utanmaktan yorulduk sistem utanmazlık üretmekten bıkmadı. yok artık bunun çaresi, iyimserlik denen şeyin zerresi yok en azından bende bu konuda.